SELAMLAŞMA TARİHİ NASIL DEĞİŞECEK? KORONAVİRÜSTEN ÖNCE(KÖ) VE KORONAVİRÜSTEN SONRA(KS) HAYAT NASIL OLACAK?

 

Yeni çağın kara vebası Koronavirüs, kökleri Antik Yunan’a kadar uzanan el sıkışma alışkanlığımızı durdurmamıza veya değiştirmemize yol açtı ve bu sadece başlangıç…

 

Kaynaklara göre el sıkışma ilk kullanılmaya başladığında bugünkü selamlaşmadan oldukça farklıydı. Tam olarak hangi yılda olduğunu söylemek  mümkün olmasa da insanlar, güvenmedikleri, korktukları yani daha çok düşman olarak gördükleri kişilerle el sıkışırlarmış. Bahsedilen zamanda balta, bıçak benzeri tehlikeli aletlerin savunma amaçlı taşınması çok yaygındı. İki kişi karşı karşıya geldiğinde karşısındaki kişinin bu öldürücü aletlerden birini elinde ya da giysisinin kolunda saklamadığından emin olmak için el sıkışırlar, tokalaşma esnasında kolların sallanması da giysi kolunda gizli bir silah varsa düşsün ve ortaya çıksın diye yapılırmış. Silahları daha ziyade erkekler taşıdığı için tokalaşmak uzun bir süre boyunca erkeklerin kullandığı bir yöntem olmuş. Selamlaşmanın sağ el ile yapılma sebebinde mantık ise; silahlar çoğunlukla sağ elle kullanıldığından el sıkışmanın sağ elle yapılması da gelenek olarak günümüze kadar ulaşmış.(Not: Sol elini kullananlar ile ilgili bir bilgiye ulaşamadım.)

 

El sıkışmanın nereye kadar uzandığını araştırdığımızda; antik dünyaya kadar uzandığını , kanıtlarını ise günümüze ulaşan vazolarda, mezar taşlarında, düğünlerde, savaştan savaşa giden genç savaşçılar ve yeni ölülerin öbür dünyaya gidişini gösteren taş levhalarda görebiliyoruz. Ayrıca 8.yüzyılda yaşamış olan Homeros’a ait, eski Yunan edebiyatının iki büyük destanı olan İlyada ve Odysseia ile de ilk kez edebiyatta kullanıldığına inanılıyor.

 

Amerika’da, el sıkışmanın popülaritesini 18. yüzyıl Quaker’larının artırmış olması öngörülüyor. Quaker’lar yani üye oldukları Dostların Dini Derneği (Religious Society of Friends), mevcut Hristiyan mezheplerinden ve tarikatlarından memnun olmayanlar tarafından 17.yüzyıl ortalarında İngiltere’de kurulmuş bir mezhep. Hayatı ve sosyal yaşamı yorumlarken hiyerarşi ve sosyal rütbeden kaçınarak, el sıkışmanın, o dönem yaygın olan eğilerek ya da diz bükerek reverans yapmaktan veya şapka çıkarmaktan daha demokratik bir selamlaşma şekli olduğunu düşünmüşler. Bu anlamda selamlaşma, insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri “barış’’ belirtisi taşıyan bir iletişim ve davranış biçimi olarak kabul görmüş  ve bu temelde ortaya çıkmış ve gelişmiş. 

 

Günümüze geldiğimizde el sıkışma konusu Davranış Bilimi Uzmanı olan Profesör Valerie Curtis’in, 2013 yılında yayınlanan “Don’t Look, Don’t Touch”  kitabında, öpüşmenin ve el sıkışmanın selamlaşma olarak kullanılmasının olası bir nedeninin, bir kişinin diğer kişiye mikropları paylaşacak kadar güvendiğini belirtmesi olarak yorumlanmış. Bu yazı için araştırma yaptığımda özellikle kişisel gelişim kitaplarında, 7 çeşit el sıkışma olduğunu, bu el sıkışmaların ne anlama geldiğini, nasıl el sıkışmanız gerektiğini anlatan birçok içerik var. Tabii ki, bu yazının konusu bu değil ancak dikkat edilmesi gereken konu, el sıkışmanın birçok çeşidi olduğudur. El sıkışma toplumsal olarak değişiyor hatta bazı tarikatların birbirini tanıma veya selamlaşma şekilleri olarak da karşımıza çıkıyor. Tokalaşma çok yaygın bir uygulama olmasına rağmen her ülke tanışmalar veya selamlaşmada el sıkışmayı geleneksel bir yöntem olarak görmüyor. Örneğin, Japonya’da baş ile selam verilirken, Tayland’da eller göğüs üstünde birleştirilerek “nameste” deniliyor. 

 

Türk kültür tarihinde selamlaşma işleviyle kullanılan, başlıca yöntemleri ise el sıkışmak, başın öne doğru eğilmesiyle saygı gösterisinde bulunmak, el sallamak, elin baş tarafına götürülmesi, sağ̆ eli göğsün üzerine götürmek, sarılmak, el sıkışarak veya omuzlarıbirleştirerek sarılmak,  gülümsemek/göz kırpmak, başı hafifçe öne doğru eğmek ve el öpmek şeklinde sıralayabiliriz. Selamlaşmaya dönük olarak “öpmek” eyleminin ise Türk kültürüne, görece olarak, daha sonraki dönemlerde eklemlendiğini ifade etmek mümkündür. 

 

El sıkıştığımızda, öpüştüğümüzde ya da sarıldığımızda birbirimize aktardığımız güven ve barış duygusu dışında taşınan çok fazla şey var. Tarih boyunca, bu selamlaşmalar arkadaşlığın, ticari faaliyetleri karara bağlamanın ve dini adanmışlığın simgesi oldular. Fakat, yabancılara dokunmanın pek yarar sağlamayan ortak sonuçları da var; örneğin salgın hastalıklar. Bu nedenle, halk sağlığıyla ilgili kaygılara bağlı olarak bu uygulamanın modası geçebilir. Dünya çapında da iş anlaşmaları artık dirsekleri birbirine vurarak yapılıyor. Ancak, tarihleri binlerce yıl öncesine dayandığından, el sıkışmanın kolayca unutulacağını düşünmek iyimserlik olacak sanırım.

Selamlaşmak için öpüşmek de benzer şekilde zengin bir tarihe sahip; Erken Hıristiyanlık döneminde öpüşmek dini törenlerde kullanılırken, Orta Çağ’da bir öpücük, sadakatin bir işareti olarak ve mülk transferleri gibi anlaşmaları onaylamak için kullanılırdı.

Bugün, Fransızca’da “la bise” olarak bilinen yanaktan hızlı bir öpücük, dünyanın çoğu tarafından kullanılan standart bir selamlamadır. Kelimenin kaynağı, her bir öpücük türü için farklı bir terimi olan ve kibar versiyonu “basium” olarak adlandırılan Roma’dan geliyor olabilir. Paris’te iki öpme şekli yaygındır; Provence’te üç öpücük ve Loire Valley’de dört öpücük kuralı vardır. Latin Amerika ve Filipinler’de üç öpücük geleneksel iken, yanaktan öpmenin Mısır gibi ülkelerde de yaygın olduğunu görüyoruz.

14. yüzyıldaki veba salgını sırasında “la bise” durmuş ve Fransız Devrimi’nden 400 yıl sonrasına kadar yeniden canlanmamış olabilir. 2009 yılında domuz gribi ortaya çıktığında bu yanak öpücükleri birçok ülkede yetkililerce geçici olarak durdurulmuştu. Şubat ayı sonunda Fransız Sağlık Bakanı, koronavirüs vakaları arttıkça buna karşı tavsiyede bulundu ve “Fiziksel nitelikteki “la bise” de dahil, sosyal temaslarda azalma tavsiye ediyoruz.” dedi. 

Sanırım CÖ(Koronavirüsten Önce) ve CS (Koronavirüsten Sonra) kavramları hayatımıza girerse şaşırtıcı olmayacak. Çünkü muhtemelen hiçbir şey geçmişteki gibi olmayacak. Dünyanın birçok ülkesine yayılan virüs sebebi ile temas minimuma indirildi. Evlerde kalınması önerildi hatta bazı bölge ve ülkelerde dışarı çıkma yasakları uygulanmaya başladı ve bu durumun ne kadar süreceği öngörülemiyor. Uzun süre virüsün bulaşması korkusu, evde korku ile beklemek ve ne zaman sona ereceğini bilmemek ile ilgili toplumda nasıl psikolojik sorunlar yaşanacağını hep beraber göreceğiz.

Daha birkaç ay önce “Arkadaşlar, bir virüs çıkacak ve bugün yaşanacaklar olacak.” Desem, birçoğunuzun ne cevap vereceğini duyar gibiyim. Eminim yine birçoğumuz “Hani olmazdı, hem de o ülkede, yok artık!”  diyor. Zenginle fakir, ABD vatandaşı veya İngiliz ya da İtalyan yani hangi coğrafyada, kültür ve sosyal konumda olunursa olunsun, bu salgın karşısında hepimiz yetersiz kalıyoruz. Ezberler ve şablonlar değişecek ve yeniden yapılanacak. Bu değişime ayak uyduranlar hem hayatta kalacak hem de belki de yeni dünya düzeninde gelirlerini artıracak.

Uzaktan erişim ile evden çalıştığımız bu günlerde siber saldırılara karşı koruyan programlar ve sigorta ürünleri, yine uzaktan erişim ile ateş ve hastalık ve teşhis uygulamaları yapan yöntemler ve uygulamalar öne çıkacak. Hâlihazırda birçok özel hastane ve girişimci bu konuda hizmet vermek ve tanınmak için çalışıyor. Bazı özel hastaneler uzaktan belirli branşlarda görüntülü muayene hizmeti vermeye başladı. Bu hastalar şimdilik takip hastaları da olsa, belli branşlarda mesela psikoloji, diyetisyen veya hekimin canlı olarak hastaya temasını gerektirmediği branşlarda uygulanabiliyor.

Peki, ben bunları neden mi yazıyorum? Kariyerimin 25 yılını, insanlara gelecekte olması muhtemel riskleri, gerçekleşecek riskler karşısında neler yapılabileceğini ve risklere karşı minimum maliyet ile alınabilecek önlemleri anlatmakla geçirdim. Birikimlerimi bu süre zarfında çeşitli eğitimler ile 6000’in üzerinde kişiye bir başkasına anlatması için yönlendirdim. Öncelikle sağlıklı yaşamak hedef ama hastalık karşımıza çıkarsa yapılabilecekleri bilebilmek üzerine plan yaptım. Bu sebeple bildiklerimi görüşlerimi yazmak ve paylamak sorumluluğunda hissediyorum. Sağlıkla kalın.

 

Hakan Tan